Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu, İslam halifelerinin yetmiş dördüncüsü. Sultan İkinci Bayezid Han'ın oğlu olup, annesi Dulkadirli ailesinden Aişe Hatundur. 1470 yılında Amasya’da doğdu. Şehzadeliğinde, devrin alimlerinden mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Arap, Fars dilleriyle yüksek din ve fen ilimlerini öğrendi. Askeri sevk ve idare ile devlet yöneticiliğini öğrenmesi için, şehzadeliğinde Trabzon Valiliği'ne gönderildi.
Bayezid Hanı, yılda iki milyon akçe tahsisatla Dimetoka’ya, büyük hürmet göstererek maiyetiyle beraber yolcu etti. Babası 26 Mayıs 1512 tarihinde yolda vefat edince, cenazesini İstanbul’a getirtti. Bayezid Camii yanına türbe yaptırıp, buraya defnettirdi.
Şah İsmail’in bu tehlikeli teşebbüslerini önlemenin tek çıkar yolunun, Anadolu’da Şiiliğin gelişmesini önlemek, hatta kökünü kazımak olduğunu biliyordu. Bunun için, İran’da kurulan Şii devletlerin ikide bir Osmanlı Devletini tehdit etmesine ve batıya karşı açılan her seferde Osmanlıyı arkadan vurmasına son vermek emelindeydi. Bu sebeple daha önceki Osmanlı sultanlarının Avrupa fütuhatını doğuya çevirdi. Bu sayede İslam alemini birleştirmek, Anadolu Türklüğü ile Orta Asya’yı birbirine yaklaştırmakla, Asya ve Afrika’daki devletlerin Osmanlı hakimiyetine girmesi mümkün olacaktı. Yavuz Sultan Selim Han, topladığı olağanüstü divanda, Şah İsmail’in yaptığı saldırıları bir bir anlattı. Divanda yapılan uzun müzakerelerden sonra, İran’a sefere karar verildi.
Yavuz Sultan Selim Han, bölgedeki fetihleri tamamlamak için, kışı Azerbaycan’daki Karabağ’da geçirmek istedi. Başşehirden çok uzakta bulunulması bazı devlet adamları ve askerlerin hoşnutsuzluğuna sebep olunca, Amasya’ya hareket etti. Amasya’da fesatçıları cezalandırdı. Doğu ve güney hudutlarının emniyet altına alınması gerekiyordu. Çaldıran’da gayret gösteren Bıyıklı Mehmed Ağaya Bayburt, Erzincan ile Kiğı’nın beylerbeyliği verilip, asilerin elindeki Kemah Kalesini muhasara etmekle vazifelendirdi. Sultan Selim Han da, 1515 Mayıs ayında Kemah’a geldi. Padişahın da muhasaraya katılmasıyla, Kemah muhafızı 19 Mayıs 1515 tarihinde, kaleyi Osmanlılara teslim etmek zorunda kaldı.
Yavuz Sultan Selim Han, 1514 baharında çıktığı İran Seferinden 1515 yazında döndü. Sefer dönüşünde İstanbul’da devletin idari, siyasi, askeri, sosyal, iktisadi ve ticari meselelerinin halline başladı. Sefer esnasında meydana gelen hadiseleri bütünüyle tetkik ve tahkik ettirdi. Devlet adamlarını tek tek huzuruna çağırıp, hadiselerin sebep ve suçlularını tespit etti. Yeniçeriler, suçlarını anlayıp, “Hepimiz günahkarız!” diyerek, padişahtan af istediler. Hadiseleri kökünden halletmeye azimli olan padişah, tahkikatı derinleştirerek suçluları tespit etti. Hadiselerden, Kazasker Tacizade Cafer Çelebi, İkinci Vezir İskender Paşa ve Ocaktan Sekbanbaşı Balyemez Osman Ağa suçlu bulunarak, huzura çağrıldı. Bizzat Cafer Çelebi’ye:
“İslam askerini itaatsizliğe ve isyana tahrik edenin cezası nedir?” diye fetva istedi.
O da:
“Eğer sabit olursa cezası idamdır” deyince:
“Senin fesadın, bence gerek lahikan ve gerek sabıkan sabittir ve kendi hakkındaki fetvayı kendin verdin” diyerek suçluları Divan-ı hümayun önünde idam ettirdi.
Efendine söyle, Mercidabık’ta karşıma çıksın” dedi.
Memluk Sultanı Kansu Guri, yanında Abbasi Halifesi Üçüncü Mütevekkil olduğu halde Mercidabık’a geldi. Sultan Selim Han kumandasındaki Osmanlı ordusu da, Mercidabık’a gelip, Kansu Guri kumandasındaki Memluk ordusu ile, 24 Ağustos 1516 tarihinde muharebeye tutuştular (Mercidabık Meydan Muharebesi - Savaşı). Muharebe Osmanlıların üstün harp gücü ve teknik imkanlarıyla zaferle sonuçlandı. Son Abbasi Halifesi Üçüncü Mütevekkil Sultan Selim Hanın yanına getirilip, çok hürmet gösterildi.
Suriye, Osmanlı hakimiyetine geçti. Suriyeliler, Osmanlı adalet ve Müsamahalarını iyi takdir ettiklerinden halk ve kale muhafızları şehirlerin anahtarlarını Sultan Selim Hana kolayca teslim ettiler. Sultan Selim Han; Halep, Hama, Humus ve Şam şehirlerine girdi. Üç ay kadar Şam’da kaldı. Memluk Sultanı Kansu Guri, Mercidabık Muharebesi sonrasında vefat ettiğinden, Mısır Kölemenleri de Tomanbay’ı sultanlığa getirmişlerdi. Sultan Selim Han, Tomanbay’a Osmanlı hakimiyetini tanıması şartıyla, antlaşma teklifi için iki elçi gönderdi. Osmanlı elçileri, Sultan Tomanbay’ın arzusu dışında, Kölemenlerce öldürüldü. Yavuz Sultan Selim Han, Osmanlı elçilerinin katledilmesini harp sebebi saydı.
15 Aralık 1516 tarihinde, Şam’dan Mısır Seferine çıktı. Mısır’ın merkezi Kahire’ye ulaşmak için Sina Çölünü geçmek gerekiyordu. Eski fatihlerin bütün teşebbüslerine rağmen, kurak ve çorak çölün geçilmesi imkansız gibi olduğundan, vezir Hüseyin Paşa başta olmak üzere, Mısır Seferine itiraz edildi. Yavuz Sultan Selim Han itirazları susturmak, ordu bozanlığın önüne geçmek için, Vezir Hüseyin Paşayı, idam ettirdi. Osmanlı ordusu, Sina Çölü'nü günde ortalama otuz kilometre yürüyüşle bir haftada geçerek, harp tarihinde rekor yaptı. Sina Çölünü geçerken olduğu rivayet edilen şu vaka o tarihten beri menkıbe olarak anlatılır:
Sina Çölünde yıllardan beri yağmur yağmamasının verdiği kuraklıkla, müthiş çoraklık, ıssızlık ve kum fırtınası vardı. Padişah, devlet adamları ve süvariler ata binmiş halde çölde ilerlerken Sultan Selim Han, bir ara atından iner. Sultanın piyade yürüyüşüne geçmesiyle, bütün devlet adamları ve süvariler, attan inerler. Başta Sultan Selim Han ve bütün ordu, kurak ve çorak Sina Çölünde piyade yürüyüşü yaparlar. Ordu harap ve bitab bir hale gelir. Fakat, Sultan Selim Han, büyük bir edeb ve huşu içinde yürümektedir. Sebebi sorulunca; bütün heybet ve azametinden sıyrılıp, sakin ve edeple buyurur ki:
“Önümüzde, fahri kainat Resulullah efendimiz hazret-i Muhammed yürümükteyken, at üstünde gitmekten haya ederim.”
Sina Çölünü geçerken yağmur da yağıp, kolayca Mısır’a ulaşırlar.
21 Ocak 1517 tarihinde, Kahire’ye çok yakın Birk-ül-Hac mevkiinde konaklandı. 22 Ocak 1517 günü Kahire yakınlarındaki Ridaniye’de Osmanlı-Memluk muharebesi başladı. Sultan Selim Han kumandasındaki Osmanlı ordusu, Tomanbay kumandasındaki Memluk ordusuna karşı Ridaniye’de zafer kazandı (Bkz. Ridaniye Meydan Muharebesi). Memluk Sultanı Tomanbay, Kahire’den çekildi. Sultan Selim Han, Kahire’ye 15 Şubat 1517 tarihinde parlak bir merasimle girdi. 20 Şubat Cuma günü Melik Müeyyed Camiinde okunan hutbede kendisi için söylenen “Hakim-ül-Haremeyn-iş-Şerifeyn” unvanını kabul etmedi. Mübarek makamlara hürmeten unvanındaki “Hakim” kelimesi yerine hizmetçi manasındaki “Hadim”i getirtip, “Hadim-ül-Haremeyn-iş-Şerifeyn” (Mekke ve Medine’nin Hizmetçisi) unvanını aldı. Bunu belirtmek için de sarığının üstüne süpürge biçiminde sorguç taktı.
Yavuz Sultan Selim Han, 1516 Ağustosundan beri yanında bulunan son Abbasi Halifesi, Üçüncü Abdülaziz el-Mütevekkil-al-Allah Muhammed’in rızası, Kahire’den Osmanlı merkezine gönderilen Cami’ül-Ezher Medresesi alimleri ve İstanbul’daki alimlerin meclisinde ittifakla varılan kararla, Osmanlı padişahlarına Sultanlık unvanı ile beraber, İslam aleminin etrafında toplandığı “Hilafet” makamı da verildi.
Yavuz Sultan Selim Han'ın kazandığı Ridaniye Zaferi ile; Mısır, Arabistan Yarımadası Osmanlı hakimiyetine geçti. Kızıldeniz’e ve Hind Okyanusuna inilip, Kuzey Afrika hakimiyet yolu açılarak, Osmanlı hududu, Atlas Okyanusuna dayandırıldı. Venedikliler, Memluklara verdikleri, Kıbrıs Adasının haracını, Osmanlılara göndermeye başladılar. Hicaz ve Orta Doğudaki mübarek makamlar, Osmanlı hizmetine açıldı. Mukaddes emanetler İstanbul’a getirtilerek, İstanbul şereflendi. Buralar, nadide eserlerle süslendi. Sultan Selim Han, 4 Haziran 1516’da çıktığı Mısır Seferinden, 10 Eylül 1517’de Kahire’den hareket ederek, 25 Temmuz 1518’de İstanbul’a döndü. İstanbul dönüşü Şam’a uğrayıp, kabrini yaptırdığı büyük İslam alimi, Muhyiddin-i Arabi hazretlerinin türbe ve camiini merasimle açtı. Muhyiddin-i Arabi’nin türbedarı, ferasetle, Sultan Selim Hanın çok yaşamayacağını da söyledi.
Sultan Selim Han, Mısır Seferi dönüşü, İstanbul’dan Edirne’ye geldi. Avrupa devletlerinden Macaristan ve Venedik, eski sulh antlaşmalarını yenilemek, İspanya da Osmanlı Devletiyle dostane münasebetlerde bulunmak istediler. Sultan Selim Han, Osmanlı Devleti, bütün İslam alemi için büyük tehlike arz eden Safevili Şah İsmail’in faaliyetlerinin önüne geçmek için, Avrupa devletleriyle antlaşmaları yeniledi.
Safevili Şah İsmail’in kumandasındaki İran ordusu, Osmanlılar ile meydan muharebesi yapmak cesareti gösteremiyordu. Böyle olmasına rağmen Safevili propagandacılar, Osmanlı ülkesinde faaliyet göstererek, asi taraftarlar bulup, bunları isyana hazırladılar. Bunlardan Bozoklu Şeyh Celal, Kalender kıyafetinde Turhal’a gidip bir mağarada riyakarca münzevi hayat yaşadı. Çevresinde propaganda yapıp, cahil kimseleri etrafında topladı. Yakında Mehdi yahut Mesih geleceğini söyleyip, kendini Mehdi ilan etti. Mehdiliği ilanıyla beraber, etrafında toplanan 20.000 süvari ve piyadeden meydana gelen silahlı kuvvet kurdu. “Şah Veli” unvanı alıp, saltanatını ilan ederek, çevrede istila hareketine başladı. Bozoklu Celal, Turhal’dan Ankara’ya yürüdü. Sultan Selim Han, isyanın üzerinde hassasiyetle durup, müdahale ettirdi. Rumeli Beylerbeyi Ferhad Paşa ve Maraş Valisi Şehsuvar oğlu Ali Bey isyanı bastırmakla vazifelendirildi. Şehsuvaroğlu, acilen asiler üzerine kuvvet sevk etti. Asi Celal, üzerine kuvvet sevk edilmesi üzerine, Şah İsmail tarafına kaçarken, Erzincan Akşehiri’nde yakalanıp, taraftarları ile birlikte öldürüldü. Bundan sonra, Rafizi isyanlarına “Celali Vakası” denildi.
On altıncı yüzyılda Osmanlı kara ordusu, dünyanın en büyük ordusuydu. Sultan Selim Han, kara askerine verdiği önemi donanmaya da verdi. İstanbul’da ilk tersanenin yapımını 1515 yılında başlatıp, 1516’da bitirdi. Gelibolu’daki büyük tersane, Sultan Selim Han devrinde önemini korudu. Mısır’dayken, Memluklar zamanında Kızıldeniz’de donanma kumandanı olan Selman Reis, huzura gelince, Osmanlı hizmetine alındı. Cezayir hakimi Barbaros Hayrettin Paşa da, Sultan Selim Hana elçi gönderip, yardım istedi. Barbaros’un Osmanlı hizmetine girmesiyle, Akdeniz Türk Gölü olma yoluna girdi. Donanma faaliyetini tamamlayan Yavuz, devrin büyük alimi Kemal Paşazade’ye niyetinin feth-i Efrenciye, yani Avrupa olduğunu bildirmişti. Ancak, yüce Hakan’ın yine Eyüp Sultan Türbesini ziyaretle başladığı bu seferine, yakalandığı amansız şirpençe hastalığı mani oldu.
Çorlu’da başhekim nezaretinde tedavi gördü. İki ay hasta yatıp, 22 Eylül 1520 tarihinde Cuma akşamı Osmanlı karargahının bulunduğu Çorlu’nun Sırt Köyünde vefat etti. Vefat etmeden bir müddet önce yanında bulunan Hasan Can; “Sultanım, Allah’ı hatırlamak zamanıdır” deyince, Yavuz Sultan Selim Han:
“Lala, Lala bunca zamandan beri bizi kiminle biliyordun? Cenab-ı Hakk’a teveccühümüzde bir kusur mu gördün?” buyurmuş ve Yasin-i şerif okumasını istemişti.
Kendisi de onunla birlikte okurken, ruhunu teslim etmiştir.
Cenazesi, İstanbul’a getirilip inşaatını başlattığı Sultan Selim Camii yanına defnedildi. Yerine Osmanlı Sultanı olan oğlu Sultan Süleyman Han tarafından cami tamamlanıp, kabri üstüne türbe de yapıldı.
Sultan Selim Hanın sandukasının üstünde, büyük alim Ahmed ibni Kemal Paşa'nın kaftanı örtülüdür. Örtünün konması meşhur rivayette şöyle anlatılır: Sultan Selim Han, Mısır Seferini tamamlayıp, Kahire’den Şam’a dönerken, yolda, o sırada Anadolu Kazaskerliği vazifesini yapan Ahmed ibni Kemal Paşazade'yi yanına çağırdı. Sohbet ederek giderlerken, İbn-i Kemal’in atı birdenbire bir su çukuruna bastığı için Sultan Selim Hanın üstü başı ıslanıp, kaftanı çamur oldu. İbn-i Kemal Paşa telaşa düşünce, azametiyle meşhur olan Sultan Selim Han; “Bir alimin atının ayağından sıçrayan çamur, benim için şereftir. Öldüğüm zaman bu kaftanı böylece sandukanın üstüne koysunlar!” deyip, sırtından kaftanı çıkarıp, saklattı.
Doğu Anadolu, Kuzey Irak, Lübnan, Suriye, Filistin, Mısır ve Hicaz’ın fethiyle Osmanlı Hanedanına Halifelik makamını ve mübarek emanetleri kazandıran Sultan Selim Han, sekiz buçuk yılda, devleti iki kat büyüttü.
Sultan Selim Han, devrin meşhur alimlerinden, Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi ile ilmi sohbet edip, ona hürmet gösterirdi. Sofiyye-i aliyyenin büyük alimi Muhyiddin-i Arabi’nin Şam’daki kabr-i şerifini tespit ettirip yanına cami, türbe, imaret yaptırdı. Seferlerinde evliyanın büyüklerinden Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin türbesini ziyaret ederdi. Ehl-i sünnete çok hizmet edip, İslam alemi için büyük tehlike olan Safevili Şah İsmail’in ideolojisinin yayılmasını önleyerek İran’da mahsur bıraktı. Çok heybetli olup, azametinden çevresindekiler titrediği halde, alimlere, halkına karşı tevazu sahibiydi. Devamlı; “Padişah-ı alem olmak bir kuru kavga imiş. Bir veliye bende olmak cümleden ala imiş” buyururdu. Çok mütevazı olup, sade giyinirdi. Muhteşem Osmanlı Devletinin ve İslam aleminin lideri olmasına rağmen, Peygamber efendimizin ahlakı ile ahlaklandığından, debdebe ve şaşaadan uzak hayat sürerdi. Bir defasında oğlu Şehzade Süleyman, çok süslü bir elbiseyle huzuruna girince; “Süleyman, annen ne giysin!” diyerek sitem etmişti. Arapça ve Farsça'yı çok iyi bilip, edebiyat, tarih ve coğrafyaya da meraklıydı. Farsça ve Türkçe şiirleri olup, Farsça Divan’ı Almanya’da yayınlanmıştır.